KALPTEN KALBE SÜKÛT VARDIR
Sükûtu anlatmak nasıl mümkün olur sesle. Ya da sükûtu anlatmak ancak sessizlikle mi mümkün olur?
Kelimeler, sessiz zannederiz. Oysa değildir. Her bir kelimenin, elbette yazılı hâlini de kastediyorum, bir sesi vardır. Bu yüzden, seni sevdiğimi söylediğimde duyduğun ses ile sevmediğimi söylediğimde duyduğun ses birbirinden farklıdır. Nefretten bahsetmiyorum, o sesi hiç sevmem.
Bilenlerin söylediğine göre, kalpler arasındaki mesafe ne kadar açılırsa konuşurken söylediğimiz kelimelerin sesi de o kadar yüksek çıkar. Ve belki yazarken de… Örneğin çocuğumuza bağırıyorsak, onunla aramızdaki kalbi mesafe arttığı için, o mesafeyi kapatmak için bağırıyoruzdur. İş arkadaşımızla konuşurken karşılıklı bağırıyorsak, aynı odada birbirimizi duymak için zorlandığımızdan değildir, birbirimizi anlayan kalplerimizin arasındaki mesafe büyüdüğündendir. O mesafeyi kapatmak, ancak kelimelerin yüksek sesle telaffuzu ile mümkün zannederiz. Oysa kelimelerin yüksek sesle telaffuzu arttıkça, mesafeyi kapatma imkânı azalır.
Kelimeleri sessize almanın yolu da egolarımızı sessize almaktan geçiyor galiba. Bir haberden diğerine geçerken, haberlerin içeriğine göre, kanallar beynimizde alarm verecek içerikte tonlar kullanırlar haber aralarında. “Bak, gör, dinle!” diye bağırır o haberler ve haber arası alarmlar, seslerini daha çok duyurmak istedikleri için. Oysa hem bakıp hem görüp hem dinlemek zordur, duymak değil kastettiğim elbette, “dinlemek”.
Duymak ile dinlemek arasında bir fark mı var derseniz, “ararsanız bulunur” derim. Dinlemek için, benliğimi bir anlamda sessize doğru çekmem gerekir. Mesela bana bağırırsanız duyarım, ama bağırmalarınızı dinleyemem. Bu yüzden, çoğu zaman bağırana karşı bağırırız, susan karşısında da susarız bir süre sonra da olsa. Ve belki de bu yüzden, en iyi konuşmamızı, bazen susarak yaparız.
“Kalpten kalbe bir yol vardır görülmez. Gönülden gönüle gider yol gizli gizli” diyen ozanın fısıldadığı hikmete kulak kesilmek gerek. O, “gönül dağı”ndan bahsederken gönlün doğasından da bahseder. Gönüller dağ gibi büyüktür ve aralarındaki anlaşma görülmez, gizlidir. Ortada bir anlaşma varsa elbette üzerinde uzlaşılmış kelimeler de vardır.
Mevlana “Mesnevi” kitabına “dinle” diye başlamış, “söyle” diye değil. Kendi sesimizi kısmaya çalışarak dinlemeyi başarırsak, başka seslere gönlümüzü açarsak, kendi sesimizi de gönülden “duymaya” başlayabiliriz belki. İç sesimizi, içimizden gelen geçenleri duymaya daha doğrusu dinlemeye…